31 Ağustos 2012 Cuma

Tartışmalı konu! Ülke puanı ve Takım Puanları..

Öncelikle son günlerde oluşan Avrupa puanlarında ki bilgi kirliliğini önlemek için böyle bir yazı yazma gereği duydum..

İşe önce takım puanları kısmından başlayalım.

TAKIM PUANLARI
Öncelikle toplam takım puanı dediğimiz olay takımların son 5 yılda elde ettiği puanların toplamıyla elde ettikleri bir durum yani 1 yıllık kayıp sadece o yılı değil 5 yılı etkiliyor. Her yeni yıl 5 sene önce ki puan giderek yerine yeni puan geliyor ve takım sıralamasını etkiliyor. Şimdi alt kısımdaki 2012 yılı katılım puanları ve 2013 yılı mevcut puanlarını tablolarını görünce konuyu daha ne anlayacaksınız.

2012 Takım puanları listesi

Takımlarımızın bu sezon Avrupa Kupalarına katıldığı puanlar bu şekilde. Görüldüğü gibi Galatasaray ve Fenerbahçe geçen sezon Avrupa'da olmadıkları için 1.0200 olan Türkiye için belirlenmiş taban puanı almışlar.   Bu taban puan aslında ülke puanıyla da ilişkili! Hali hazırda Avrupa kupalarına katılamamış bir İngiliz kulübü 3.0500 taban puan alıyor ki! Bu puan geçen sene ülkemizden Avrupa Ligi playoff'unda oynamış olan Bursaspor'un aldığı 2.5200 puandan daha yüksek! Mesela tabloda görüldüğü gibi ülke puanımızın daha yüksek olduğu 07/08, 08/09 ve 09/10 yıllarında Kupalara katılamamış olan Bursaspor 1.9500, 1.4000 ve 1.5200 gibi taban puanlar almış gözüküyor. Geçen sezon ki 1.0200'lük puan ülke futbolunda ki gerilemeyi açıkça ortaya koyuyor.. 1.9500 ile 1.0200 arasındaki farkın ne kadar önemli olduğunu ülke puanları kısmında daha ne şekilde anlayacaksınız..


2013 Takım puanları listesi

Yukarıdaki puanlar takımlarımızın hali hazırda (bu yıl aldıkları puanlar dahil) takım puan sıralaması. Galatasaray grup aşamasına kaldığı için direk 4.4400 puan kazanmış! 07/08 sezonunda aldığı 7.9500 puanı ise 5 yılını doldurduğu için silinmiş ve totalde 4 puana yakın kaybı olmasına rağmen ülke sıralamasında ilk sıraya çıkmış.
Burdaki koyu takımlarımız avrupada yoluna devam eden 2 takımımız yani bu saatten sonra alacakları her puan hanelerine artı olarak yazılacak. Diğer takımlarımız ise seneye Avrupa Kupalarına katılmaları halinde bu puanlardan işlem görecek.
Burada asıl irdelenmesi gereken nokta şu! Bu sezon Avrupa'ya gidemeyen Beşiktaş'ın aldığı puan 0.4400 yani 5 yıl önce 1.9500 olan taban artık 0.4400 düşmüş durumda..

ÜLKE PUANLARI
Bazı fanatik takım taraftarları sadece takım puanının önemli olduğunu düşünseler de asıl önemli olan konu ülke puanı!
Peki nasıl hesaplanır ülke puanı!
Ülke puanı takımların topladıkları takım puanlarının toplamının o ülkenin Avrupa kupalarına gönderdiği takım sayısına bölünmesiyle elde edilir.
Örnek verecek olursak Avrupa'ya 5 takımla gittiğimizi ve her takımımızın 10 puan topladığını varsayalım hesaplama şu şekilde 5x10=50 50/5=10 yani o yıl ki ülke puanı 10 olur.
Şimdi geçelim tablolara;

2012 Ülke Puanları Sıralaması

Yukarıda gördüğünüz gibi bu yıl katıldığımız Avrupa kupalarında 34.050 puanla 11. sıradan girmişiz. Geçen sezonda Trabzonspor'un ve Beşiktaş'ın gayretleriyle 5.100 puan toplamışız.
Burada TFF'nin neden itiraz etmediğini anlamadığım bir nokta var Türkiye'nin geçen sezon Fenerbahçe'nin diskalifiye edilmesiyle kupalara 4 takımla katılmış olmasına rağmen puan hesaplanırken en sağda görüldüğü gibi puanların 5 takım katılmış gibi bölümesi sonucu 5.100 puan alması!
Normalde geçen sezon ülkemizin aldığı puan 6.375 olaması gerekirken! 5.100!

2013 Yılı Ülke Puanları Sıralaması


Bu tabloda en sağda toplam katılan takım sayısı ve yola devam takım sayısı gösteriliyor. Eğer Bursaspor ve Trabzonspor sadece Avrupa Ligi gruplarına katılım bonusu bile almış olsaydı! Ülke puanınız ortalama 2 3 puan daha yüksek gelecekti!
Tabloda görüldüğü gibi bu sezon şuana kadar 2.200 puan topladık ve Kıbrıs Rum kesimi ile aramızdaki puan farkı sadece 0.4 puana düşmüş durumda! Yıl sonu bizim puanlarımız 5 Rum Kesiminin puanları 4'e bölüneceği için kalan tek takımlarının başarılı olması bizim önümüze geçmelerine sebep olabilir!
Ülkemiz için en kritik nokta ise şu! Önümüzdeki 2 yıl 7.000 ve 7.600 olan ve bizim için iyiolanlar silinecek ve yerlerine son 2 yılın ortalaması 5 puan geleceğini düşünürsek puanımız 4 puan civarında düşecek ve 22 gibi İsrail ayarında bir puana sahip olacağız buda çok çok acı bir gerçek en kısa zaman da toparlanmamız gerek!



2000'li Yıllar
2000'li yıllarda puan hesaplama sistemi şimdiki gibi değildi.. Bu tabloyu sadece sıralamadaki yerimiz açısından  koydum. Ör: şuan İspanya 20 civarı puanlar alırken 2000 yılına kadar puanlar 10 civarında..
2000 den sonra değişen sistemle birlikte ülkemiz düşüşe geçiyor. Yukarıda ki sıralama tarih boyunca elde ettiğimiz en iyi sıralama..

En Yüksek Takım Sıralamamız ve UEFA Kupası
Bu tablo bir Türk takımının ulaştığı en büyük derece! En büyük total puan 74.656.. görüldüğü üzere Galatasaray UEFA Kupası kazandığı yıl 25.5575 puan toplamış ertesi yıl Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ve toplanan puan 19.5575.. Gerçekten özlediğimiz bu tablo artık çok uzaklarda!

Burak Ofluoğlu


Tüm hakları saklıdır izinsiz alıntı yapılamaz.
https://twitter.com/burakofly
http://www.facebook.com/burakofly

30 Ağustos 2012 Perşembe

Kral ve Akbaba


11 Temmuz 1982, Madrid'in tarihinde belki de " en sıcak gün" olarak hatırlanacaktı. 1982 Dünya Kupası'na katılan 24 takımdan 22'si evlerine dönmüş, Dünya iki Avrupalı'ya kalmıştı… Federal Almanya ve İtalya, hemen hiç kimsenin beklemediği biçimde Brezilya, Arjantin, Fransa, İngiltere, İspanya ve Polonya gibi futbol dünyasının hatırı sayılır devlerini geride bırakarak finale adlarını yazdırmışlardı.

Butragueno

Evet, gerçekten sıcak bir gündü… Madrid'de termometre 35 ila 40 derece arasında gidip geliyor, yoğun trafik ve sabahtan itibaren caddeleri, parkları, meydanları dolduran, kaldırımları işgal eden kalabalıklar "hissedilen" sıcaklığı daha da arttırıyordu. Elbette bu hararet yükselişinde bol bol bira tüketerek naralar atan, marşlar söyleyen Alman ve İtalyan futbolseverlerin de katkısı vardı… Takımlarının ikinci turda hayalkırıklığı yaratmasıyla kendi evlerinde safdışı kalan İspanyollar ise hangi gruba rastlamışlarsa onlarla bütünleşiyor, bir tür teselli arıyorlardı.

Final maçının oynanacağı Santiago Bernabeu Stadı'nın çevresinde sabahtan itibaren onbinlerce insan birikmeye başlamıştı…Her yaştan kadınlar, erkekler, meraklı çocuklar… Taraftar grupları, bir elde bira şişeleri, bir elde bayrak birbirlerine meydan okuyan, sonra karşısındakilerin anlayıp anlamadığına bakmadan arkadaşlarıyla birlikte attığı naraya, yaptığı espriye gülen, yeniden şarkılar söylemeye başlayan fanatikler…

Biletlerin çoğu çok önceden satılmış ve sahiplerini bulmuş olmakla birlikte kale arkası tribünleri için ucuz biletlerden bir bölümü de gişelerden satışa sunulacaktı…

*****

Satış başlamadan çok önce şansını denemek isteyenler gişelerin önünde uzun kuyruklar oluşturmuştu. Ondokuz yaşındaki Emilio da onlardan biriydi. Gişe açıldıktan sonra sabırla beklemeye, adım adım ilerlemeye, o itiş – kakışta yerini kaybetmemek için olağanüstü çaba sarfetmeye başlamıştı…

Kuyruk çok ağır ilerliyor, Emilio'nun sabrı da zaman zaman tükenme noktasına geliyordu. Sinirlenip ortaya birkaç öfke sözcüğü söyledikten sonra susuyordu.

Hayatını, gelecek planlarını hep futbol üzerine kuran, futbolculuk kariyerinde güvenli adımlarla ilerleyen Emilio, kulübü yöneticilerinin şu final maçı için takıma birer bilet sağlayamamış olmasına da fena halde içerliyordu. Yakın gelecekte, gişelerinin önünde kuyruğa girdiği bu stat, belki de onun işyeri olacaktı. Real Madrid yöneticileri onun her maçını teknik bir ekiple izletiyor, Emilio da bundan gurur duyuyordu.

Üç kişi kalmıştı önünde.

Birinci adam iki bilet aldı… İkincisi bir tane…

Ve gişenin küçük penceresi kapandı.

Işığı söndüren adam, camın ardındaki tahta kapağı da kapatırken, " Biletler tamam" dedi," Bitti… Yandakine git!"

Emilio şaşkınlıklar içindeydi. Panik halinde " Ama orada da bitebilir…" diyebildi. Hem orada kuyruğa girersem, kesinlikle bana kalmaz. Çok bekledim. Üstelik profesyonel futbolcuyum ben. Seneye belki de Real Madrid'de oynayacağım. Şu yan gişedeki arkadaşının elindeki biletlerden birini bana alıver. İşte para!" sözlerini tamamlamadan tahta kapak kapandı.

Çılgına döndü Emilio…

Bütün gücüyle abanıp cama yumruğunu indirdi…

Tahta kapak açıldı. Gişe görevlisi, " Ne yapıyorsun serseri!" diye azarladı onu…

Emilio, kırgın, kızgın ve öfkeliydi, " Bak yemin ediyorum sana… sana yemin ediyorum" dedi ve bağırmaya başladı :
 " Yakın gelecekte buradan emekli olup beni seyretmek için bu gişelerin önünde kuyruğa gireceksin. Dilerim kendin gibi bir ahmağa rastlamazsın!" Elleri cebinde derin soluklar alarak, arada küfürler ederek stat çevresinde dolaşmaya başladı.

*****

Metin Oktay

11 Temmuz 1982 Madrid…

Palacio Congresso… Uluslar arası Basın Merkezi.

Dünya Kupası'nı izleyen tüm gazeteciler, maça saatler kala oradaydık… Barlar, restoranlar, çalışma ofisleri ve finale kadar oynanmış 51 maçın peşpeşe özetlerle gösterildiği sinema salonu tıklım tıklım doluydu…

Can Bartu, Hıncal Uluç, Turgay Şeren, Metin Türel, Şevket Özçelik, Kemal Belgin, Onur Belge… Hüseyin Kırcalı, artık aramızda olmayan Mahmut Küçük, Arif Işıldayan… Hemen herkesi kıskandıran Türk bayrağı ile süslediğimiz o uzun çalışma masasında finali kimin kazanacağını tartışırken; tanıdık bir ses hepimizi susturdu : " Ay lav yuuuu! "


Metin!

Kral'dı gelen…. Cumhuriyetimizde, " Kral" denince, hele konu futbolsa ilk akla gelen…

Metin Oktay, o sıralarda Güneş gazetesinde futbol yorumları yazıyordu… Gazete, final maçı için kaptana uçak bileti almış, lüks bir otelde yerini ayırtmış, basın akreditasyonunda geç kaldığından en az 200 dolar ödeyerek en iyi yerlerden birinde bir de final maçı bileti sağlamıştı…

Metin Oktay, tek başına gezmeyi , eğlenmeyi ya da maç izlemeyi seven bir adam değildi… Yalnızlıktan hoşlanmaz, hangi çevrede ise, orada hep dostlarıyla birlikte olmak isterdi…

Kral, nereden buldu, nasıl uydurduysa, Palacio Congresso'ya bir ziyaretçi kartı edinerek girmeyi başarmıştı. Mahcup ve sıkılgan yalnızlığında bu işi nasıl becerdiğini sormadık ... Daha önceden akreditasyonu olmadığı için basın tribününe hele bir final maçında girmesinin olanaksızlığını anlattı arkadaşlar… O güldü, " Hayatımda ilk kez biletle maç seyredicem baak" diyerek elindeki 200 dolarlık bileti gösterdi…

Yine de o bilete rağmen Kral'ı aramızda, basın tribününde görmek istiyor, çare arıyorduk… Bazı arkadaşlar, Palacio Congresso'nun sempatik müdürüne durumu anlatıp bir formül bularak yardımcı olmasını düşündüler. Tam ayağa kalkıp ona gitmek üzere doğrulduklarında,biri " Yahu, bizim Bekir Türkiye'ye döndü, akreditasyon kartı da bende!" demez mi?

Hepimiz rahatladık… O dönemde güvenlik önlemleri o kadar sıkı değildi. Boynunuza astığınız akreditasyon kartındaki isme ve resme kimse bakmıyordu… Hele ki Palacio Congresso'nun ikinci katından doğrudan basın tribününe uzanan özel köprüde zaten gazeteci ve görevlilerden başka kimse olmazdı. O nedenle İspanyol görevliler, sadece hoş geldiniz anlamında birer baş selamıyla kapıdan geçmemize izin veriyordu.

Kral, yine aramızdaydı.

Bekir'in akreditasyonunu boynuna geçirip yaptığımız küçük hilenin çocuksu heyecanıyla köprüde yürümeye başladık.

Kral aniden durup köprü korkuluklarına dayanarak aşağıya bakmaya başladı… Binlerce insan adeta kaynıyordu stadın çevresinde…

Gömlek cebinden artık ihtiyaç duymadığı 200 dolarlık final maçının biletini çıkardı… İki parmağının arasında sallayarak, " Bu bileti, aşağıdaki futbol sevdalılarından birine atacağım… Ama kıymetini bilen birine… Genç biri olmalı" dedi…

Kimi seçecekti acaba ?


Bazı arkadaşlar, " Bak şurada güzel bir kız var, el salla bileti ona at" , " Hayır hayır, asıl şu yaşlı adam daha çok hak ediyor" gibi önerilerle Kral'a yol gösteriyorlardı… Kral, onayladığı ya da onaylamadığı her durum için geçerli formülüne başvurdu : " Ay lav yuuuu!" O'nu tanıyor ve anlıyorduk, " Karışmayın" mesajıydı bu. Sustuk.

Aşağıda kalabalığın içinden sarı saçlı uzun boylu bir delikanlıyı seçti, " Heey!" diye bağırdı. Elindeki bileti gören kalabalık, " Por favor senor, por favor!" diye bağırarak bileti almak için kendini gösteriyor, çevresindekileri itip kakıyordu.

Kral, hepsine de " Hayır!" dedi, parmağıyla sarı saçlı delikanlıyı işaret etti..

O anda itiş – kakış durdu. Bir sessizlik oldu. Orta yaşlı bir kadın, durumu henüz kavrayamayan sarı saçlı delikanlıyı kolundan tutup Kral'ın tam altına getirdi…. Kral da bileti gösteriyordu ona…

Sonra elindeki bileti bıraktı…

O sıcak havada çok hafif de olsa bir akşam esintisi başlamıştı…

Bilet havada adeta kelebek gibi uçuyor, bir sağa, bir sola, biraz yukarı, sonra tekrar aşağıya, döne döne iniyordu. Görmeliydiniz… Hani bazı filmlerdeki yangın sahnelerinde itfaiyecilerin , daire biçimindeki brandayı gererek aşağıya atlayacak kişinin durumuna göre gidip gelmesi gibi bir hareketlilik başlamıştı. Ortada sarı saçlı delikanlı, çevresinde bir halka oluşturarak biletin uçuşuna göre yer değiştiren insanlar… Belki 10 -15 saniyelik bir görüntüydü bu… Ama hiç unutulmayacak bir görüntü… Bilet için birbirini itip kakanların, biletin talihlisi belli olunca, ona nasıl yardım ettiği ise başlı başına sıcak bir insanlık öyküsüydü…

Sonunda bileti aldı delikanlı. Hem de yere düşmesine fırsat vermeden, bir hamlede sıçrayıp 200 dolarlık talih kuşunu havada yakalayıverdi.

Bilete baktı heyecanla… Dudaklarıyla mırıldanarak üstündekileri okudu… Sevinçle havaya sıçrayıp, elindeki bileti öperek " Mucho gracias senor… Mucho gracias" diye bağırdı : Teşekkürler bayım, çok teşekkürler!"

*****

Emilio Butragueno, iki yıl sonra 1984'de Real Madrid'e transfer oldu. Çabukluğu, futbol zekası, çalımları ve golleriyle parladı. Real Madrid'de Meksikalı Hugo Sanchez'le Arjantinli Jorge Valdano gibi iki futbol ve gol kurdunun arasında kendine özel bir santrfor kimliği sergiledi… En önemli özelliği cezaalanına girerken kendisini durdurmaya çalışan savunmacıları sağlam duruşu ve sert fiziğiyle bertaraf etmesi, sonra da topu okşar gibi, keyfini çıkararak kale ağlarına yuvarlamasıydı. Bu yüzden soyadındaki benzerlikten esinlenerek ona " butrage" (Akbaba) lakabını taktılar. Emilio Butragueno, 11 yıl süreyle Real Madrid ve İspanyol Milli Takımı'nda unutulmaz gollere imza attı. Sonra Hugo Sanchez'in önerisiyle Meksika'ya gidip iki yıl daha oynadıktan sonra futbolu bıraktı. Bir dönem Real Madrid'in genel direktörlüğünü de yapan Butragueno, İspanya futbolunun en çok saygı gören ikonları arasında yer alıyor.

Metin Oktay, hala bizim Kral'ımız… 1991'deki ölümü onu unutturmadı. Rekorları kırılabilir, futbol her yıl yeni bir gol kralına taç giydirebilir ama, Türkiye'de Kral denildiğinde akla hep Metin Oktay gelir!

Aynı gün, aynı yerde yaşanan bu iki öyküyü anlattığımda arkadaşlarım hep sorar bana :
"- Ee, o çocuk Butragueno muymuş?"
Onlara söylediğimi size de tekrarlayayım :
"- Yanıt yok!"
Hem, ne fark eder ki!

Atilla Gökçe